Destanın Özellikleri Nelerdir? Destanların Günümüz İçin Önemi Nedir

Bu yazımızda Destanın Özellikleri Nelerdir? Destanların Günümüz İçin Önemi Nedir? sorularını cevaplayacağız.

Milletlerin inanç, fazilet ve milli kahramanlık maceralarının manzum hikayeleri. Kelime asıl olarak Farsça “dastan’dan gelmektedir. Türk dilinde destan şeklini alarak, Türkçeleşmiş bu edebi türün dışında, “dillere destan olmak”, tabirinde görüldüğü gibi, başka mana da kazanmıştır. Batı dillerinde tarihten önce veya tarihin kuruluşu asırlarında söylenmiş efsanelere lejand (legande), daha çok tarih devirlerindeki kahramanlar veya kahramanlıklar üstüne söylenmiş efsanelere de epope (epopee) denir. İlahi dinlerin bozulduğu zamanlarda tanrılar veya tanrılaştırılan insanlar hakkında söylenerek zamanla inanış haline gelen efsaneye de mitos (mythos) denir. Mitoloji ise, mitosları inceleyen ilmin adıdır. Türkçede bunların hepsine birden destan denir.

Destanlara konu olan milli maceralar çok defa tarihten önceki devirlerde veya tarihin kuruluş asırlarında başlar, bazen tarih boyunca devam eder. Destanların teşekkülünde efsanelerin ve efsane devirlerinin büyük tesiri olur. Bir masal atmosferinin hakim olduğu destanların kahramanları arasında tanrılar, tanrıçalar, gün ışığından, su köpüğünden yaratılmış, bir hayvandan veya ağaç kovuğundan meydana gelmiş mukaddes insanlar, olağanüstü mahluklar, korkunç canavarlar, devler, periler gibi varlıklar bulunur.

Destanların Günümüz İçin Önemi Nedir ?

Destanlar, gerek tarih, gerek fikir ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Tarihi aydınlatır, fikir ve sanat eserlerine kaynak olurlar. Bazı milletlerin hayatı, tarihten önceki zamanlara uzanır. Bunların tarihlerinin başlangıcını bulmak mümkün değildir. Destanlar, böyle milletlerin ilk çağlarını bir takım mitolojik menkıbeler halinde anlatırlar. Bununla beraber destan, tarih demek değildir. Destanlarla gerçek tarih arasındaki münasebeti tespit için; “Destanlar, halk gözüyle görülen, halk psikolojisiyle duyulan ve halk hayalinde masallaştırılan tarihlerdir.” denilebilir. Ayrıca destan; bir tarih kitabı veya tarih belgesi olmaktan çok, kökü tarihe dayanan, ilhamını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir.

Destanlarda milletlerin türlü inançları, dinleri, tanrı veya tanrılar karşısındaki davranışları, iyilikleri ve faziletleri yanında kötülükleri ve ahlak düşüklükleri, hayatı, dünyayı, olayları anlayış, kavrayış ve yorumlama farklılıkları bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Bu bakımdan milletlerin eski devirlerini tanımada önemli ipuçları verirler.

Destanların bir başka önemi de milletlerin büyük işler yapmak için kendilerine güven duymalarında, türlü sosyal ve tarihi sebeplerle uzaklaştıkları milli benliklerine dönmelerinde, yeniden büyük millet olarak, hürriyet ve istiklallerini korumak için kıyam etmelerinde rol oynamalarıdır. Bu bakımdan destanlar millidir. Bunun tipik misallerinden birisi İran destan şairi Firdevsi’nin Şehnaamesi ve bu eserde Farsça ile anlatılan İran-Acem destanı gösterilir. Şehname için “Otuz yıldan çok sıkıntı çektim. Fakat bu Farsça ile Acem’i dirilttim.” diyen Firdevsi’den sonra bir kalkınma hamlesine girişen İran dil, kültür ve edebiyatının kısa zamanda şarkın en büyük klasiklerinden olduğu bir vakıadır. Bir başka örnek Almanya’dan verilerek Nibelungen destanı hatırlatılır.

On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Grimm ve Schlegel kardeşlerin eski Cermen masallarını karıştırarak Siegfried isimli Alman destan kahramanını halka yeniden tanıtmaları ve sevdirmesiyle başlayan hareket Wagner’in dört bölümlük Nibelungen halkası isimli bir opera bestelemesi ve Bavyera Kralı İkinci Louis’in Bavyera Dağlarından birinde Walhala adıyla sun’i bir Olympos yaptırmasına kadar uzandı. Bütün bu benzeri çalışmaların Alman milletini her yönden harekete geçirip, Almanların büyük bir milliyet ve medeniyet kurmalarında birinci derecede vazife gördüğü kabul edilir. Bu açıdan hareketle, İran’da Firdevsi heykeli, rejimlerin değişmesine rağmen, Fars milliyetçiliğinin bir sembolü olarak her zaman ayakta durmaktadır.

Daha Eski Yunan devrinden başlayarak destanlarda anlatılan kişi ve olaylar pek çok sanat ve fikir eserine konu olmuştur. Eski Yunan şiiri ve tiyatrosunun belli başlı konusu Yunan mitolojisi ve unsurlarıdır. Bu konular milattan sonraki asırlarda da Lâtin şâiri Seneca (M.S. 1. asır), Fransız şâiri Voltaire (M.S. 18. asır), İtalyan bestekarı Sacehini (1735-1786), Alman şairi Geothe (1749-1832), Fransız Racine (1639-1699) gibi edebiyatçılar ve günümüz yazarları tarafından tekrar tekrar ele alındığı gibi, resim, müzik, mimari, heykeltraşlık gibi diğer sanat şubelerinin de vazgeçilmez konularından birisi olmuştur. Yunan mitolojisinde adı geçen tanrı, tanrıça, kral, kraliçe ve diğer kahramanları tasvir için Avrupa milletlerince milat başından bu yana, bilhassa rönesans ve sonrasında yapılan tapınak, heykel, tablo ve bestelerin sayısını tespit imkansız gibidir. Bu sebeple Eski Yunan ve Roma putperestliğinin temel unsurlarının, Avrupa sanat dünyasında şaşılacak ölçüde hakim olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Her milletin destanı yoktur. Bir milletin tabii destanı olabilmesi için o milletin halk hayalinin efsaneler uydurmaya elverişli bulunduğu en eski ve iptidai devirlerde yaşamış olması lazım geldiği gibi, tarihinde de unutulmaz tabiat olayları, büyük savaşlar, göçler, istilalar, yeni coğrafyalarda vatan kuruluşları gibi halk hayat ve hafızasını nesiller boyu meşgul edecek hadiseler bulunmalıdır. Çünkü tarih öncesi çağlar, acı tatlı bütün gerçeklerin türlü hayallerle süslenip efsaneleştiği çağlardır.

Destanlar, tarih boyunca milletlerin halk şairleri tarafından gerek dil, gerek nazım yapısı bakımından önce iptidai terennümler halinde söylendi. Destan türküleri, halk arasında yayılıp söylenirken yeni ilavelerle zenginleşip büyüyerek bir tek şairin değil, bütün bir milletin ortak eseri haline geldi. Her yeni ağız, her yeni hayal, destanlara yalnız vak’a olarak değil, dil ve söyleyiş bakımından da gittikçe güzelleşen parçalar kattı. Zaman ilerledikçe destan gelenekleri zenginleşen milletlerin aydınları arasında büyük destan şairleri yetişti. Bunlar halk hafızasında derin izler bırakan destan şiirlerini toplayıp, asıllarına sadık kalarak dil ve üslup güzellikleri içinde bir bütün halinde söylerler. Böylece milletlerin efsanevi tarihi manasında milli destanları ortaya çıkar.

Esasen milli destanlar, destan devirleri geçtikten sonraki devirlerinde milli mazilere karşı uyanan derin sevgi ve özleyiş çağlarında yazılır. Yine böyle çağlarda böyle sebeplerle toplanır. Eski Yunanlıların Homeros’u, İranlıların Firdevsi’si milli destan şairlerinin en tipik misallerindendir. Türklerin bütün destanlarını toplayarak onları tek bir destan haline getirecek bir destan şairi henüz çıkmamıştır. Türk tarihinin akışı da dikkate alınarak denilebilir ki: “Türkler, destan devri yaşamaktan, yeni destanlar söylemekten, eski destanları derleyip toplamaya vakit bulamamışlardır.” Bu yüzden ele geçen destan parçaları bir bütünlük göstermezler.

Türk destanları, İslamiyetten önce ve sonra olmak üzere iki büyük kısımda toplanır. Bu destanların bir kısmı halk dilinde yaşayan destanların derlenip toplanmasıyla elde edilmiş, bazılarına eski Çin kaynaklarında, Arap, İran tarih ve edebiyatına ait el yazması eserlerde rastlanmıştır. Türk destanlarının pek çoğu teşekkül ettikleri tarihten sonra yazıya geçirilmiştir. Ancak destanlar, halk dilinde asırlarca yaşayıp yeni vak’alarla birleştiğinden yazıya geçişteki bu gecikmeler bazen onların lehinde olmuştur. Türk destanları gönülleri asırların vak’aları için çarpmış olan Türklerin duygu, görgü ve hatıralarıyla süslüdür. Tarihin birbirine benzeyen nice kahramanları ve kahramanlık vak’aları bu destanlarla birbiriyle kaynaşmış ve tarih içinde Türk fazilet ve kahramanlığını hülasa eden birer örnek olmuştur.

Türk destanlarını, Türk uluslarının (boylarının) çeşitli coğrafyada ortaya koydukları destanlar olarak ele almak gerekir. Bunlar İslamiyetten önce ve sonra olmak üzere iki şekilde ortaya çıkmışlardır. Destanlar, istisnaları dışında, daha ziyade eskiden beri görülen ve bir miras olarak tarihe intikal eden Türk- İran düşmanlığını işlerler. Bunun uzantısı olarak İslamiyetin kabulünden sonra bile ortaya çıkar. Osmanlı Devletinin batıya çıktığı her seferde, buna karşı her zaman bir İran-Hristiyan devletleri ittifakı ile karşılaşılır.

İslamiyetten önceki destanların başında Saka (Şu), Alp Er Tunga, Afrasyap, Oğuz Kağan gelir. Bunun yanında Dede Korkud Hikayeleri destani özellik gösterirler ve İslami bir renge bürünmüşlerdir (Bkz. Dede Korkud Hikayeleri). Göktürk destanları içinde, Gök Börü, Börü, Asena ve Ergenekon destanları vardır. Türeyiş ve Uygur Göç destanları da Uygur Türklerine aittir.

Ayrıca cemiyette ortaya çıkan hadiseler karşısında ferdi olarak uzun şiirlerin destan olarak ele alındığı görülmektedir. Bu manzumelere Aşık Sadık’ın Mehrali Bey’i ile Ispartalı Seyrani’nin Vak’a-i Hayriyye’si örnek gösterilebilir. Bunlar arasında züğürtlüğü, Erzincan depremini, salgın hastalıklarla gelen felaketi konu edinenler de vardır. Hadiseler herkes tarafından bilinip, duyulduğu için, dillerde dolaşmış ve şuyu bulmuş (yayılmış) olmasıyle de “dillere destan oldu” gibi bir deyimi de kendiliğinden getirmiştir.

Türk destanları da; Saltuk Buğra Han Destanı, Kırgız Türklerinin destanı olan Manas, Cengizname, Battalgazi Destanı gibi destanlardır. Ayrıca Oğuz Destanı’nda, İslam inancına ve terbiyesine adapte edilmiş bir şekil vardır.
Türk destanlarının hemen hepsinde ışık, ağaç, maden ve maden isimleri, bozkurt, kadın, at, su sevgisi, ak saçlı ihtiyarlar, kopuz gibi milli ve bedii unsurlara rastlanır. Ayrıca destanlar eski devirlerde kamlar tarafından kopuzla çalınıp söylenirdi.

Destanların Özellikleri

  • Anonimlerdir.
  • Olağanüstü olayları konu alır.
  • Sade ve anlaşılır bir dil kullanılır.
  • Kahramanlar seçkin kişilerdendir.
  • Gerçeklerden esinlenilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir